22 Mart 2010 Pazartesi

Baharın ikili sarmali

Yine bahar geldi kampuse. Toprakla yeşilin oluşturduğu minik ikili sarmaller mitral hücreleri uyarmaya başladı yine. Derin bir nefesle göğüsüme doldurduğum bu sarmaller sadece sevda kederi ve ders geçme kederinden gayrisinin eşiğimizden geçmediği zamanlardan miras bir titremeye yol açtı yine. Lale devri çocuklarıydık tabii biz. Canımız istediğinde sabaha kadar kağıt oynar ya da gecenin bir yarısında hınzırın birinin aklımıza düşürmesiyle çimlerin üzerinde votka eşliğinde muhabbete başlardık. Ve hepberaber ağız dolusu gülerdik. Öyle güzel bir espiriye filan değil, şımarıklığımızdan ya da deliliğimizden de değil. Sırf yaşıyoruz ve baharın ikili sarmallerini göğüsümüze doldurabiliyoruz diye. Bazen bir sessizlik olurdu, sırf mutluluktan yakılan tütünün çıtırtısını duyabilmek için. Öyle gecelerdi ki bunlar yakın bir arkadaşı o saatte votka almaya gönderebilmek uğruna gölette karşı kıyıya yüzme iddasıyla ya da günün ışımasıyla beraber çakırkeyf bir şekilde derse girmenin matraklığını düşünerek bitebilirdi.

20 Mart 2010 Cumartesi

Dere, Tepe, Bayır, Güneş ve Bahar

Dün numune almaya çıktım tezim için. Büyükçekmece Gölü'nün etrafında tam bir tur attık arabayla. Bütün derelere uğradık tek tek. Yakın zamanda şehire tıkılmış olduğumu anladım. Erken bahar havası o kadar iyi geldi ki... Arada bir işi gücü bırakıp insanın kenidsini teslim etmesi gerekiyor sanırım doğanın güzelliklerine. Tabii numune almak demek uzun süreli bir deney sinsilesinin başlangıcı demek. Erken bahardaki bir günlük derin nefes ile bir süre yetinmem gerekecek.

16 Mart 2010 Salı

Ignorance is bliss

Ne yapıyoruz ki biz? Bir beherin içerisine paraları koyup yakıyor muyuz? Çevre kirliliğini değerlendirmek ve önlemek uğruna çevreyi daha da mı kirletiyoruz?
Sanırım parayı verenler böyle bakıyorlar bilim dünyasına. Bilimsel harcamalara ayrılan bütçeleri dağıtmakla yükümlü bilim adamları da sanırım bu şekilde değerlendiriyorlar. Bizler bir beherin içerisine paraları koyup yakıyoruz hergün milyon dolarlık cihazların yanında.
Aslında ne güzel olurdu hiç bilmesek DDT'nin kanserojen olduğunu ya da ne bileyim bazı kimyasalların hormon sistemini bozucu etkilerinin de bulunduğunu. İnsanlar hem bu araştırmalara kaynak ayırmak zorunda kalmazdı hem de neden hasta olduğu, neden öldüğü konusunda kendilerini sıkmazlardı. Ecele bağlanırdı herşey. Kader olurdu kısmet.
Artık olay o seviyeye geldi ki bilim adamları birer dilenciden, oportünist ikiyüzlüden farksızlaşmaya başladılar bilimsel bilgi üretmek uğruna. Zaten yaşamak için kazandıkları azıcık parayı bilgi üretmeye bağlamış insanların burnuna halka geçirmekten başka birşey değildir bugün bütçeleri belirleyenlerin ve dağıtanların yaptıkları.

Kim ne derse desin bilimsel araştırmaya harcanan bütçe sorgusuz olmalıdır. Tabii ki denetim mekanizmaları ve yanlış kullanım sonucu gerekli yaptırımları olmalıdır. Ama kimse neden solvent istediğini ya da neden beher istediğini bir bilim adamına sormamalı. E o zaman çok fazla kaçak olur, kötüye kullanılır diyorsanız zaten bugünkü durum da çok sağlıklı değil. Biryerlerde oturan birileri anlamadıkları konulardaki projelerin bütçelerini onaylıyor ya da onaylamıyorlar. Herşey ahbap-çavuş ilişkisine bağlanmış durumda. Siz bütçeyi dağıtan birimin başını tanıyorsanız ne ala. Eğer tanımıyorsanız en özgün projenizin bile bütçesi zorla ve büyük kesintiler ile onaylanır. Hele bir de komisonyon başı ile zıt gitmişseniz yanlışlıkla, mümkün değil projenize ödenek sağlamanız.
Bahsettiğim tip açık ödeneklerin yalnış kullanımını minimize edecek son derece etkin mekanizmalar mevcut. Tabii bunları kullanmak halkaya bağlı ipi tutanların işine gelmemekte. Herhalde eninde sonunda dürüst birleri gelip bir şekilde düzeltecek bozuklukları. O zamana kadar biz de ellerimizi açıp tevekkülle bekleyeceğiz ödeneklerimizi.

6 Mart 2010 Cumartesi

Balikçi Sabahattin

Dün Aceto'nun aklıma düşürmesiyle akşam soluğu Balıkçı Sabahattin'de aldık. Lavrek marin ve fava muhteşemdi. Klasik roka-domates salatası istedik. Rokalar sanki yeni toplanmış gibi taze, kullandıkları cherry domatesler yazdan kalmaydı. Daha sonra şefin tavsiyesi üzerine adını dahi ilk defa duyduğum dülger tava yedik. Gerçekten çok lezzetliydi. Tadı biraz kalkana benziyor. İçini tamamen çıkarmışlar hazırlarken ve parçalayıp öyle tava yapmışlar. Balığın dış kısmınıda iyice kızartıp hep beraber servis ettileri. Harika bir sunumdu ve iki kişi için meze sonrası çok bile geldi. Bir dahaki sefere midyeli bilavı da denememiz gerektiğine karar vererek çalışanların son derece güler yüzlü olduğu bu temiz ve nezih mekandan son derece memnun ayrıldık.